Hizaya gelelim!
25 Mart 2020
Profesyonel girişimcilere yol açın!
25 Mart 2020
Hizaya gelelim!
25 Mart 2020
Profesyonel girişimcilere yol açın!
25 Mart 2020
Hepsini göster

Büyüyünce ne olmak istiyordun?

Her çocuk bu soruyu en az bir kere duymuştur. “Büyüyünce ne olmak istiyorsun?”

Ve her çocuğun bu soruya yanıtı en az 3 kere değişmiştir. Çok beğendiğimiz ilk öğretmenimiz, ilk bindiğimiz uçaktaki havalı hostesler ve hatta şanslıysak pilot. Işıklı arabaların içinde kırmızı elbiseli itfaiyeciler. Elinde birçok oyuncak (!) bulunan ve o oyuncakları kullanarak gözümüze kulağımıza ışık tutan doktorlar! Üniformalı olan herkes neredeyse! Hemşireler, polisler…

Sonra bir gün karar veririz ve bir daha hiç duymayız o soruyu. Kararlar verilmiş, sorular ortadan kalkmıştır artık.

Artık yeni bir soru aralığımız var:

“İşinde ne kadar büyüdün/büyüyeceksin/büyüyebilirsin?”

Çocukluk hayallerimizi nerede bıraktık?
Kendimden biliyorum, çok azımız çocukluk hayallerinin peşinden gidebiliyor. Bir zamanlar, kağıtlardan kartonlardan tellerden yaptığımız telsizleri yaparken her birimiz birer mucittik. Merakımız, coşkumuz, yapabileceğimize olan saf inancımız çocukluğumuzdan kaynaklanıyordu. Sonra sistemler çalışmaya başladı, kimimiz tutkularımızın peşinden gidecek kadar şanslı kalabildik kimimiz ise bize sunulan seçenekler arasından en değerlisini seçmeyi tercih ettik. Oysa o yaşlarımızda, en değerlisinin hangisi olduğunu tahlil edebilecek kadar tanımıyorduk hayatı.

Büyüyünce olduğun şeyi seviyor musun?
İşlerine ve işyerlerine yüksek düzeyde bağlılık duyan insanların yanıtlarını gözden geçirdiğinizde karşınıza sık sık sevgi sözcüğü çıkar. “İşimi seviyorum”, “Burada olmayı seviyorum” ya da “Birlikte çalıştığım insanları seviyorum” gibi cümleler duyarsınız. İş dünyasında sevgi sözcükleri çok itibar görmez biliyorum ama bu tarz geri bildirimler aldığımda hep düşünüyorum: Belki de tek ihtiyacımız sevgiJ Koşullar ne kadar muhteşem olursa olsun, eğer yaptığınız işi hiç sevmiyorsanız denklem kolay kolay çözülemiyor.

Peki işinizi sevmiyorsanız, hayatınızı böyle geçirmek anlamlı mı?

Çözümleri neler?

Zaman geçer ama, asla geç değildir
Değişimi başlatmak için hiçbir zaman geç olmadığına gönülden inanıyorum. Değişimi başlatmanın kitaplarda yazılan veya seminerlerde söylenen kadar kolay olmadığını da biliyorum. Ama ihtiyaç duyulan değişimi başlatabildiğinizde nasıl müthiş bir enerjiyle dolduğunuzu da biliyorum.

Birkaç madde üzerinden, olasılıkları değerlendirelim.

  • Ekonomik düzen bize kiralar, krediler, hedefler, borçlar, yatırımlar gibi rakamlardan oluşan bir dünya yaratıyor. İçine giriyoruz ve sonra bir daha çıkamıyoruz. Bu sarmal sonrasında kimilerimiz için mutsuzluk yaratıyor. Kariyerinin başındaki genç insanların daha deneyimli olanların mentörlüğüne işte tam da bu yüzden ihtiyaçları var. Yönettiğimiz ekiplerin sağlıklı birer insan olmaları bir yönüyle bizim sorumluluğumuzda. Yol gösteren, destekleyen, gelişimlerine destek olan yönetim takımları olabilmeliyiz.
  • Yönetim takımlarının da gelişim ihtiyaçları var. Biz de bazen ihtiyaç duyduğumuz yaşam pilini şarj etmeyi unutuyoruz. Bazılarımız böyle gelmiş böyle gider ve gittiği yere kadar gider düşüncesinde yaşıyoruz hayatı. Oysa öyle değil. Farklı bakış açıları keşfetmek için daima zaman var. Bildiklerimizin en doğru şeyler olduğunu unutmamız gerek. İşte tam bu sebeple bizim de genç takım arkadaşlarımızın enerjisine ve taze bakış açılarına ihtiyacımız var.
  • Organizasyonlar müşteri ve pazar kaybedebilirler fakat şirket için en kritik olanın tutkuyu kaybetmek olduğunu sık sık anımsamak gerekiyor. Tutkuyu harekete geçiren amacın ne olduğunu anımsamak gerekiyor. Çünkü bir amaçla bir aradayız ve o amacın sadece paradan ibaret olması mümkün değil.
  • Öte yandan hayallerin peşinden koşmak için hayatlarımızı bir anda değiştirmek ve alt üst etmek de bir seçenek. Rumi’nin yoldaşı Şems-i Tebrizi’nin “Düzenim bozulur, hayatımın altı üstünegelir” diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?” sözünü not alalım aklımızın bir köşesine. Düşünmeye değer soru değil mi sizce de?

Herkesin kendi tutkusunun peşinde koştuğu fakat bir amaç çevresinde birleştiği bir organizasyon hayal edin. Müthiş olmaz mıydı? Geçtiğimiz günlerde animasyon kavramının sınırlarını alt üst eden Pixar ekibinin belgesel hikayesini izledim. İnanılmaz bir hikayeydi. Kocaman adamların ve kadınların, lunaparka benzeyen bir çalışma ortamında nasıl büyük bir hevesle çocukluk hayallerinin peşinde koştuklarını gördüm. Her biri birer animasyon harikası olan filmlerin üretim süreçleri… Walt Disney gibi eski ve köklü bir şirketin Pixar enerjisiyle değişimine tanık oldum.

Oradaki şahane çocuklar, dünya çocukları için çizgi film (!) yapıyorlar.

Oyuncak hikayesi, arabalar, Aslan Kral, Karlar Ülkesi…

Hayallerinin sınırı yok.

Sahi, siz en son ne zaman bir çizgi film izlediniz?

Işık Şerifsoy